Geçenlerde konuşuyoruz bir arkadaşımla. Sohbet koyulaştı…              Sordu: “Milliyetçi misin?” diye. “Hayır!” diye cevapladım.

             “Nasıl yani, vatansever değil misin?” dedi. “Ne münasebet, elbette vatanımı seviyorum.” şeklinde cevapladım sorusunu. Sonra da, biraz daha derinleştirerek devam ettik sohbetimize…

              Şuradan başlayalım: Milliyetçilik ile yurtseverlik özdeş değildir. Başka deyişle, aynı şeyler değildirler. Milliyetçiliğin reddi, vatanseverliğin reddi anlamına gelmez. Başka bir köşe yazısında yazacağım yurtseverlikten ne anladığımı. Diğer yandan milliyetçilik antiemperyalizm de değildir. Elbette milliyetçi akımların içinde emperyalizme karşı mücadeleyi önemseyenler de mevcuttur. Lakin son derece sınırlıdır bu. Çünkü milliyetçilik gözlüğünü takarak, değil emperyalizme karşı tavır almak emperyalizm olgusu anlaşılamaz bile. Bu da ayrı bir yazı konusudur. Şimdi milliyetçiliğe değinelim biz...

              Milliyetçilik modern dönemlerin ürünü olan bir düşünsel akımdır. Başka anlatımla, tarihte feodalizmden kapitalizme geçiş döneminin, yani burjuva devrimlerinin bir sonucudur. Özellikle de Fransız Devriminin ürünü olarak tarih sahnesine çıkmış ve yaygınlaşmıştır. Doğallıkla, Milli Devletler de öyledir. Feodal parçalanmışlığı, merkezi devletlerden yoksunluğu, ulusal pazarın bulunmayışını, insanların dinsel ve mezhepsel bölünmüşlüğünü dikkate aldığımızda milliyetçiliğin tarih sahnesine çıkarken kural olarak ilerici ve birleştirici bir rol üstlendiğini görürüz. Esasen ümmetten millete, kulluktan yurttaşlığa geçiş sürecidir bu.

             Peki, günümüzde milliyetçilik birleştirici ve ilerici midir?

             Köprünün altından çok suların aktığı gerçeğine gözlerimizi kapayamayız. Milliyetçiliğin ortaya çıktığı dönemlerde değiliz artık. Kapitalizme geçiş çağı çoktan geride kaldı. Burjuvazi dünya çapında egemenliğini tesis ederken, kapitalizm, tekelci aşaması olan emperyalizm aşamasına ulaştı. Yani bir avuç dev tekel şirketin saltanatı hüküm sürüyor artık. Milliyetçilik de onların silahı. Devletler de onların hizmetkârı. Ülkemizde de böyle bu. Velhasıl milliyetçilik “bölücü” bir niteliğe sahiptir günümüzde. Küçük zengin azınlığın geniş yoksul çoğunluk üzerindeki sömürü ve egemenliğini; toplumu milliyetleri üzerinden bölmeden ve böylece emekçi çoğunluğu milliyetleri üzerinden düşmanlaştırmadan devam ettirme imkânı var mıdır sizce? Bu basit gerçekler anlaşılmadan milliyetçilik kavranamaz.

           Milliyetçilik siyasal körlük yaratmaktadır. Özelikle de sınıf körlüğüdür bu. Sınıfsal ayrışmalar, sınıf mücadeleleri milliyetçilerin düşünsel gündeminde bulunmamaktadır. Sınıfsal açıdan körlük devlete yaklaşımda da arızaları getirir beraberinde. Devletin zengin sınıfların egemenliğine araç olma niteliği, ekonomik yönden güçlü olanların siyasal yönden de etki ve nüfuz sahibi oldukları gerçeği milliyetçilerin dünyasına uzaktır. Yaşama milliyetçi pencereden bakarak emek sömürüsünü, eşitsizlikleri, hak gasplarını ve benzer hususları anlamak ne yazık ki mümkün görünmemektedir. Pek böyle dertleri de yoktur zaten milliyetçilerin.

       Niçin milliyetçilikleri reddetmeliyiz?

       Kanımca en önemlisi şudur: Milliyetçi yaklaşımlarda millet içindeki sömüren, sömürülen sınıflar; zengin, yoksul tabakalar; iyi, kötü kimseler; çağdaş, çağdışı zihniyetler arasındaki farklılıklar önemsiz addedilir, giderek inkâr edilir. Çünkü tüm millet aynı gemidedir milliyetçiliğe göre. Milliyetçilik kendi sömürücüsünü, zorbasını, hoş görme ve aklama eğilimindedir. Kendi zorbasını ya da egemenini, “ötekinin” mazlumuna ya da ezilenine tercih etme kuraldır milliyetçilikte. Çünkü kendi “milletinin çocuğudur” onlar. Bu nedenle, sınıfsal bakışın esas olduğu yerde milliyetçi bakış barınamaz. Hangi kökenden olursa olsun emekçileri, yoksulları savunan bir anlayışta milliyetçiliğe yer olamaz.

       İşsizlik, yoksulluk, hayat pahalılığı, hak gaspları gibi olumsuzluklarda, yaşanan sorunların kaynağını görme, bunlardan mevcut kapitalist sistemi sorumlu kılma kavrayışı bulunmaz milliyetçi anlayışta. Diğer milliyetleri, özellikle de yabancıları sorumlu görme, her şeyin onların başının altından kalktığının düşünülmesi ve onların günah keçisi kabul edilmesi yaygındır. Üstelik dünya çapında bir eğilimdir bu. Milliyetçilik, egemenlerine sessiz kalma, mazlumlara ise kükreme yaklaşımıdır.

       Her milliyetçilik, son tahlilde, kendi milletini diğer milletlerden üstün tutma eğilimindedir. Bu hususla bağlantılı olarak, her milliyetçilikte, kendi milletine reva görülen haklar diğer milletlerden esirgenir. Milliyetçilikte, milletler mücadelesinin esas alınması nedeniyle, son tahlilde, mücadele halinde olunan diğer milletlerin düşman kabul edilmesi söz konusudur.

      Milliyetçi pencereden bakarak eşitlik, özgürlük, aydınlık mücadelesi anlaşılamaz da, verilemez de. Milliyetçilik, emek sömürüsünün üstünün örtülmesi, eşitlik kavgasının reddidir.