MHP 13. Kurultayı, geçen hafta "İstiklal için birlik, istikbal için dirlik - Kazanan Türkiye olacak" mesajlarıyla Ankara’da yapıldı.

MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli’nin kurultaydaki;

Türkiye'nin yükselen gücünden gözleri korkan Bizans ve Haçlı kalıntıları Sevr'i tekrar tedavüle sokma hayali taşısalar da buna cumhurun ittifak ve irade ruhunun gücüyle karşı duracağız.

Suriye ve Irak'ın kanlı ve kaotik şartlarını ülkemize ihraç etmek için fırsat kollayanlara müsaade etmeyeceğiz. MHP VE CUMHUR İTTİFAKI TÜRKİYE'DİR, TÜRK MİLLETİDİR.”

ifadeleri ile Ülkücülere “Devlet için, millet için, beka için ittifaka sahip çıkıyoruz. Sizler de sahip çıkın” mesajı verdi.

MHP 13. kurultayında Aydın için merak edilenlerin başında, ‘Merkez Yönetim Kurulu’na Aydın’dan kimlerin gireceği ya da mevcut Genel Başkan Yardımcısının MYK’ya girip giremeyeceği hususu geliyordu.

MYK asil listesine MHP Genel Başkan Yardımcısı Deniz Depboylu, yedek listeye ise eski İl Başkanı Burak Pehlivan girdi.

Bu iki ismin MYK listesine girmesi ile Aydın Ülkücü tabanda ‘hak ederek girdiler’, ‘Hak etmiyorlar’ tartışmaları başladı.

Öte yandan bu iki ismin MYK listesine girmesi ile MHP’nin Aydın’da son dönemde yaşadığı ‘siyasi başarısızlıklar ödüllendirildi’ şeklinde tartışmalar da var.

Aydın’da ülkücü tabanda tartışılan ‘hak ediyorlar’ ya da ‘hak etmiyorlar’ tartışmalarının temelinde aslında ‘Siyasi liyakat’ konusu var.

Peki, ‘siyasi liyakat’ ya da ‘siyasi liyakatsizlik’ nedir?

Ülkücülerde siyasi liyakatin’ kriterleri nelerdir?

Neden Ülkücüler birbirlerine sürekli buradan hücum ediyor?

Bu konuyu detaylıca ele almakta fayda var.

Ülkücüler;

‘Siyasi liyakatten’ daha çok ‘Siyasi liyakatsizliği’ tanımlar.

Layık olan kim?’ yerine ‘Kim layık değil’ şeklinde düşünme geleneği vardır.

Bunun sebebi; ‘Her Ülkücü lider ruhlu olduğundan önce zihin gerisinde kendini layık görür’

Bu açıdan Ülkücü camiada ‘Siyasi liyakatsizlik nedir?’ sorusuna cevap aramak daha doğru olur.

Ülkücülerde ‘Siyasi liyakatsizlik’;

Siyaseten bedel ödemeden,

Ya da emek vermeden,

Ya da bilgi ve donanım olarak hak etmeden,

Konjonktürel fırsatları değerlendirerek kolayca zirveye çıkma şeklinde tanımlanıyor.

MHP’de 2000’li yıllara kadar ‘Siyasi liyakat’ elde etmeden yönetici olmak zordu ve hatta mümkün de değildi.

Camiada ‘siyasi liyakat’ denilince geçerli akçe; ‘bilgi, kültür, cesaret ve fedakarlık’ idi.

“Milliyetçiyim, ülkücüyüm” demek can vermekti, omuz omuza vermekti.

Memleket için hapse düşmekti. Terörle mücadele de en öne atılmak demekti.

Memleket için yaralanmak, gazi olmaktı.

Üniversitede, sokakta, caddede, mahallede ‘devleti ve milleti adına var olma’ mücadelesiydi.

Bu yıllara kadar milliyetçi - ülkücü kariyerli sayılmak için ‘bilgi, cesaret, teşkilat görevi, teşkilat tarihçesi’ donanımlarına sahip olmak gerekiyordu.

‘Para gücü veya zenginlik’ gibi kavramlar milliyetçi camiada geçerli ama tek başına geçmeyen akçelerdi.

Kısaca 2000’lere kadar milliyetçilik-ülkücülük ‘adanmış’lık demekti.

Daha sonra yapı yavaş yavaş bozulmaya başladı.

Başbuğ Türkeş 1997’de hakka yürüdü.

Hakka uğurlanırken milliyetçi camiadaki herkesi, her kesimi cenazesi başında topladı ve kucaklaştırdı.

Ardından bu kucaklaşma 1999 seçimlerinde ülkücüleri iktidarın büyük ortağı yaptı.

Her ne olduysa bundan sonra oldu.

Milliyetçilerin;

‘Varlık savaşı’ yavaş yavaş ‘varlığı paylaşım savaşına’ dönmeye başladı.

Yapı bozuldu.

‘Bizim çocuklar’ paranın, gücün tadını almaya başladıkça ‘yavaş yavaş paranın esiri’ olmaya, camia da ‘yavaş yavaş paralıların esiri olmaya’ başladı.

Hal böyle olunca, samimi olarak ortada gezinen 3-5 milliyetçi-ülkücü de kendisini kullandırdıklarını düşünerek köşeye çekildi.

Teşkilat içi güç savaşlarından Genel Merkeze de gına gelmiş olmalı ki;

1 Kasım 2015’te “böyle saça böyle tarak” diyerek, kendisini ülkü devi görenleri kapı önüne koyuverdi.

Sonrası mı?

1 Kasım 2015 MHP'de milat oldu.

Geçmişte Ülkücü harekete büyük emek vermiş ama sonradan kendisini Ülkü Devi görenler,

Yeni yetişen gençlere teşkilatta yolun çocuğu görüp “kapıcı” muamelesi yapanlar,

1 Kasım 2015’te kırmızı kart gördü ve teşkilat dışı kaldı.

Peki, yerleri doldurulabiliyor mu?

Kesinlikle hayır.

İşte bu nedenle ‘siyasi liyakatsizlik’ üzerinden tartışmalar alevleniyor ve sorumlular aranıyor.

Eğer bugün gelinen noktada herkes ‘siyasi liyakatsizlikten’ dertleniyorsa ki doğrudur,

Gelinen noktanın sorumluluğu;

geçmişte teşkilatı ele geçirip başkalarına hayat hakkı tanımayan ve camiada paralı insanları baş tacı yapmış ‘ülkü devi’ milliyetçilerdir.

Başkaca sorumlu aranmasın.

Bu noktaya nasıl gelindiğini;

Bakın Büyük Türk Milliyetçisi Galip Erdem nasıl anlatıyor;

"Bizler davayı Ağrı Dağı’nın zirvesine çıkaracaktık.

Bin zahmet ve acılar çekerek tırmandık. Zirvede sevincimiz sonsuzdu.

Ama bir noksanımız olduğunu fark ettik.

Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk.

Meğer biz davayı değil kendimizi dağın zirvesine çıkartmıştık.”

Galip Erdem bulunulan noktayı ise;

"Vatansız bir adam dört kelimeyi yan yana getirdi mi, bir numaralı vatanperver kesiliyor!

Korkaklar cesur, ahlâksızlar ahlâklı oluyor!

İşin en acı tarafı, yüzyıllardan beri devam eden bu oyunun ne zaman biteceğini de kimse bilemiyor!"

Kalın sağlıcakla..