Birkaç yıldır hepimizin gündeminde olan sokak hayvanları konusu, Aydın’da iyiden iyiye ne kadar ciddi olduğunu göstermeye başladı.

Mevsim normallerinin üzerinde seyreden hava sıcaklıkları hayvanların içler acısı durumunu gözler önüne çok sert bir şekilde sermiş durumda.

Sokakta kalan hayvanlar; özellikle köpekler, sefil hayatlar yaşamaya devam ediyor. Yeterli besin alamamaları, her zaman gölge bulamamaları, bazı köpek türlerinin kürkünün fazla kalın olması gibi birçok etmen beni derinden üzüyor ve sokak hayvanlarından sorumlu olan belediyelerin yeteri kadar ilgilenmemesi de can sıkıcı.

Özellikle sokak köpeklerinin rezil bir yaşantı sürmelerinin önüne geçmek için bir şeyler yapılmalı.

Günümüzde Türkiye’deki sokak köpeği sayısının 10 milyonu aştığı tahmin edilmekte. Bu üreme hızıyla yakın bir zamanda sayılarının 50 milyonu aşacağı öngörülüyor.

Bu kadar köpeği ne yapacağız?

Sahiplendirmek pek mümkün durmuyor. 50 milyonu bulacağı tahmin edilen köpek nüfusu, insan nüfusunu yine çok kısa bir sürede aşabilir ve hatta katlayabilir. ‘Kısırlaştırsak olmaz mı?’ Kısırlaştırınca hâlihazırda sokakta yaşayan 10 milyon köpek problemi devam edecek. Maalesef tek çıkar yol uyutmak. Ortada ciddi bir sorun olduğu ve acil çözülmesi gerektiği su götürmez bir gerçek. Sokak hayvanları konusu, geldiğimiz noktada artık siyaset üstü bir meseledir ve iktidar, muhalefet, belediyeler, STK’ler ve vatandaş bir arada çalışıp bu durumu ivedilikle çözmelidir.

Sorunu çözmek için önce ne olduğunu anlamamız gerekiyor. Hikâyenin en başına dönmenin ve anlamaya buradan başlamanın faydalı olacağını düşünüyorum.

Bundan yaklaşık 25.000 yıl önce, atalarımız yerleşik yaşama geçtiğinde bazı uysal kurt türleri yaşam alanlarına yaklaşmaya ve insanların yemediği etleri tüketmeye başlayarak hayatta kalmak için daha kolay bir yöntem kullanmaya başladılar. Bütün hikâye tam burada başlıyor. İnsanlar, bu biraz daha uysal kurtları ehlileştirmeye başladılar ve zaman ilerledikçe yapay seçilime maruz bırakarak çok hızlı bir evrime yol açtılar. Günümüzde bildiğimiz çoğu köpek türü çok daha yakın tarihlerde “üretilmiş” olsa da köpeklerle ilişkimiz çok daha eskiye dayanmakta. Peki bunun anlamı ne?

Köpekleri maruz bıraktığımız yapay seçilim, onların yaşam alanlarının insan yanı olmasına sebep oldu. Bir köpek ormanda veya insan olmayan bir yaşam alanında kendi başına hayatta kalamaz. Köpekleri alıp ormanlara ya da vahşi doğaya bırakamayız. O kadar ki insanlar olarak şehirleri terk edip köpekleri rahat bırakmamız bile onları öldürecektir. Kendi başlarına hayatta kalmalarını sağlayacak yetilerini, çok uzun süredir bizimle yaşadıkları için kaybetmiş durumdalar. Birdenbire evrim geçirmelerini de bekleyemeyiz. Ki burada asıl mesele vicdani bir karar vermek olduğu için, köpekleri doğal seçilime zorlamakta pek vicdani durmuyor.

‘Madem doğal yaşam alanları insan yanı, o zaman sorun yok değil mi?’

Hayır sorun tam olarak bu noktada daha fazla büyüyor. Çünkü insanımız köpeği nasıl besleyeceğini bilmiyor. Bilmek zorunda da değiller ama iyi bir şey yaptıklarını zannederek hayvanlara yememeleri gereken yiyecekler veriliyor. Haşlanmamış gıdalar, aşırı yağlı veya tuzlu besinler gibi. Birçok köpek bunun gibi sebeplerden parazitle, mikroplarla, hastalıklarla can çekişerek ölüyor. Bunun yanında trafik var. Bir köpeğin araç çarpması sonucu sakat kalması ya da acı içinde kıvranarak can vermesi ne kadar vicdani?

Her şeyin yanında bu kadar artmış köpek nüfusunun insan yaşamına olumsuz etkisini de görmemezlikten gelemeyiz. Kurtlarda olduğu gibi köpeklerde de alfa içgüdüleri gelişmiş durumda ve kendi başlarına bırakıldıklarında sürü psikolojisiyle birleşip çeteleşiyorlar. Esasında son zamanlarda her yerde duyduğumuz “köpek saldırılarının” altyapısı budur. Kendi başlarına, çete olarak hareket etmek, kendi aralarında bir alfa seçmek ve bölgelerini korumak zorunda hissediyorlar. Bu hisler sokak köpeklerine has değil. “Evcil” diyebileceğimiz, sahiplenilmiş köpekler için de aynı içgüdüler söz konusu. Değişen tek şey bu senaryoda alfa olarak insanı tanıyorlar ve yönlendirilmeye izin veriyorlar. Dolayısıyla başında insan bulunmayan köpek/köpekler ne yapacaklarını bilemez ve gündemimize oturan üzücü haberlere sebebiyet verebilirler.

Belki bir çoğumuz için bir köpek sürüsü o kadar problem değil ama özellikle yaşı küçük çocuklar için problem. ‘Siz saldırmazsanız onlar da saldırmaz’ gibi saçma argümanlar tam bu noktada boşa çıkıyor. Aynı şeyi köpekten kaçarken trafik kazası geçirip hayatını kaybeden bir çocuğun babasına, annesine söyleyebilir miyiz? Çocuklarınız hayatına risk teşkil eden bir durumda, resmî kurumlar sorununuzu çözme konusunda yetersiz kalırsa ne yaparsınız? Sorunu kendiniz çözmeye çalışırsınız. Sokak hayvanlarına zarar vermekten keyif alan adileri saymazsak, Türkiye’de sorunu kendi adına çözmek için sokak hayvanlarını kendi yöntemleriyle insani olmayan yöntemlerle itlaf etmiş insanlar var. Felsefi olarak devlet sizin can güvenliğini sağlamadığı zaman sizin kendi başınıza sağlamanız gerekmez mi?

Öte yandan kuduz gibi hastalıklar da var. Avrupa’da kuduz sebepli ölüm sayısı dikkate alınmayacak kadar az. Kuduz, sadece 3. Dünya ülkelerinde görülen bir hastalık.

Sonuç olarak bu 10 milyon olduğu tahmin edilen köpek nüfusu ile başa çıkmak için yapabileceğimiz somut çözüm sayısı bir hayli az. Belki sorunun çığırından çıkmasını beklemeden eylem alınsaydı bugün sadece kısırlaştırarak ve insanları sahiplenmeye teşvik ederek sorunu çözmek mümkün olabilirdi ama geldiğimiz noktada çözüm açık. En başta dediğim gibi toplumun ve devlet organlarının uyum içerisinde çalışması zorunludur. Öncelikle sokak hayvanlarına şiddet konusu için derhal caydırıcı yasalar getirilmelidir ve oluşturulacak bir havuzda para toplanıp barınak sayısı artırılıp, var olan barınakların Avrupa standartlarına getirilmeleri gerekmektedir. Sokak hayvanı meselesini çözmüş fazlasıyla örnek ülke mevcut. Onlar örnek alınmalıdır. Sokak köpeklerinin bir kısmı veterinerler tarafından uyutulmalıdır. En önemlisi ise bütün bunlar sıkı bir denetim altında yapılmalı ve hiçbir fazda hiçbir şey suiistimal edilmemeli ya da hayvanların acı çekmesine müsaade edilmemelidir.