Bu yazımda 2014 yılından beri Söke başta olmak üzere Didim, Kuşadası ve Aydın merkezde faaliyette bulunan Ayyıldız Doğa Sporları Kulübü’nün Bodrum Mazı Kissebükü yürüyüşüyle ilgili izlenimlerimi anlatmak, sizlerle paylaşmak istiyorum.

AYYILDIZ'dan ADÜ'de çalışan Özhan hocamın daveti üzerine, kızımın öğretmeni Hüseyin hocamla irtibata geçip Bodrum yürüyüşüne katılmak istediğimi belirtiyorum.Hüseyin hocam araca binene kadar benimle haberleşmeyi sürdürüyor. Sırtımda çantam, termosumda çayım, öğle molası için erzakım, yedek sularım, yağmur ihtimaline karşı çantamda hazır bulundurduğum yağmurluğum ve ayağımdaki su geçirmez botlarımla sabahın köründe bomboş yol kenarında bekliyorum.Üzerinde ‘AYYILDIZ Aydın’ yazan araç tam önümde duruyor. Ön camdan Özhan hocamla Hüseyin hocam el sallıyor. Araç tamamen dolu. Herkes sabah erkenden yollara düşmenin mahmurluğu içinde, çok sessiz. Daha önceki gittiğim bazı yürüyüşlerdeki gibi sabah sabah araçta şamata yok en azından. Buna sevinerek araçta ben de herkes gibi uyumaya geçiyorum. Yol boyunca enerji depolamak, vücudu dinlendirmek en iyisi.

UÇSUZ BUCAKSIZ GÖKYÜZÜ

Söke ve Didim araçlarıyla, Bodrum Mazı Köyü yakınlarında yolda buluştuk. Saat 11.00 civarında, üç araçtan yemyeşil bakir topraklara indik.

Ayyıldız'dan Eşref hocam tüm katılımcıları toplayıp, parkurla ilgili bilgiler verdi.Özellikle taşlık bölgelerde ayaklarımıza dikkat etmemiz için bizi uyardı.Bu, aynı zamanda ''Biz sizi buralara getirdik ama her birinizi önemsiyoruz. Gidene kadar sizlere bir şey olmasını istemiyoruz” konuşmasıydı benim için. Konuşma sırasında dizliklerimizi ve batonlarımızı çantalarımızdan çıkarıp hazırlıklarımızı tamamladık. Gruptakilerden Sinan hocam, kilometrelerce sürecek yürüyüş öncesi, ani kramp ve kasılmalara karşı ısınma hareketlerini yaptırdı tüm gruba. Bazıları bu hareketleri gereksiz ve hatta komik bulabilir ama inanın ki baş, boyun, omuz, el ve ayak bilekleri, bacak ve bel gibi hareket edebilecek tüm bölgelerimizi yürüyüşe hazırlayan bu ısınma hareketlerinin faydasını görürsünüz.

Mazı Köyü'nden başlayan yürüyüşümüz, ilerledikçe muhteşem manzaralara açıldı. Yemyeşil tepeler, yukarıda uçsuz bucaksız masmavi gökyüzü ve ufka uzanan ikisinin arasındaki koyu mavi deniz. Bina yok, gri apartmanlar yok, trafik yok, araba gürültüsü yok, insan kargaşası yok. Doğanın güzelliklerinde, tablo gibi manzaralar eşliğinde yürüyoruz. Hava nasıl güneşli bir bilseniz..Terletmeyen yürüyüş tişörtlerimizle hazırlıklıyız Allahtan.Kollarını açıp gökyüzüne haykırası geliyor insanın.''Heyyy ey dağlar, ey gökyüzü, ey bulutlar, bakın ben geldim! Yuppi buradayım'' diye. İnsanın içi içine sığmıyor mutluluktan.Keyifle bu güzelliklere baka baka tertemiz mis gibi havada yürüyoruz. Datça koylarının karşı tepelerinden baktığımız uçsuz bucaksız deniz manzarası ruhumuza da iyi geliyor.

"DOĞAYLA BAŞ BAŞA KALMAK İSTİYORUM"

İkili sohbetlerin bu unutulmaz anları bozmaması için biraz geride kalıyorum bilerek. Doğayla baş başa kalmak istiyorum. Deniz ışıl ışıl, bulutlar pamuk gibi..Elimi uzatsam değeceğim neredeyse.İnsanın üstüne uzanıp aşağıdaki manzarayı bir de oradan keyifle izleyesi geliyor. Karşı kıyılarda Datça var. Belki de Yunan adaları bilemiyorum. Şu an gezegenin en güzel yerindeyim. Her yere doğru uzanan gökyüzüne baktıkça ruhum özgürleşiyor mu ne? Çalışan kadın, anne kadın, her tür sorumlulukları ve toplumsal gereklilikleri olan kadın..Tüm kimliklerimizi bırakıp sadece bu cennet vatanın bize bahşedilen güzellikleriyle baş başayım. Bol bol fotoğraf çekiyorum ben de, arabayla bile kolay kolay gelemeyeceğiniz bu noktalarda, gruptaki diğer yürüyüşçüler gibi.Artçımız Casim hocamın en arkada fotoğraf çekilirken mutlaka beklediğini görüyorum. Dallardaki yaban çilekleri başta olmak üzere, gördüğü her ağaçtan bir şeyler tatmak için patikalardan yanlara açılanları tek tek uyarıyor ''Fazla açılmayalım arkadaşlar''. Artçının işi de bu yürüyüşlerde bir hayli zordur. Hem katılımcıları sıkboğaz etmemeli hem de onların arkada kalıp gruptan kopmamasını sağlamalısınız. Bir ara önümdeki Eşref hocamın sırtındaki çantasında portatif sedye olduğunu öğrendim. Düşen, yaralanan olursa bununla taşıyabileceklerini söylüyordu Eşref hocam. Bir kez daha emin oldum; emin ellerde yürüyorduk.Güneşli bir gün olacağını biliyordum ama Ocak ayında güneşin bu kadar yakıcı olabileceğini tahmin etmiyordum. Yaz yürüyüşündeki gibi güneş koruyucularımızı sürmekte fayda varmış.

Tepelerden sonra inişe geçiyoruz. Tam öğle saatleri..Bodrum'un yazın tekne istilasına uğrayan, kışın ise ıssız, sakin bu koylarını bol bol tepelerden fotoğraflıyoruz. Ilgın Koyu'na geldiğimizde ise yemek molası için duruyoruz.Yürüyüşçüler deniz kenarında oturmayı tercih ediyor. İlk kez birlikte yürüyor olmamıza rağmen Eşref hocam ve ADÜ'de görevli, meyvesine varana kadar tam hazırlıklı Özhan hocamla biz de deniz kenarına oturuyoruz ve çantalarımızda ne varsa, Allah ne verdiyse ortaya koyuyoruz. Bu arada doğa yürüyüşlerinin vazgeçilmezi, yemek molasının ateşi yakılıyor kontrollü bir şekilde.Yediğimiz her lokma nasıl da lezzetli açık havada bir bilseniz..Sofrada her birimiz ne kadar itinalıyız, herkes kendinden olanı tattırmak paylaşmak istiyor mutlaka. Bencilliğin, bireyselliğin kol gezdiği bir dünyada ne kadar güzel insanca duygular! Arkalardan, hiç tanımadığım insanlardan, bir kapta mercimek köfteleri uzatılıyor. Ateşteki közde cezveleriyle pişirenlerden Türk kahvesi rica ediyorum. Hemen pişirilip bardağa boşaltılıyor. Ben de teşekkür mahiyetinde fazlaca bulunan suyumu onlara veriyorum ki başka içmek isteyenlere de kahve hazırlansın.

OCAK AYINDA DENİZE GİRİLİR Mİ?

Bu arada gençlerden biri çoktan üstünü değiştirip mayosunu giymiş, kıyıya plaj havlusunu uzattı ve bizim ‘Bu mevsimde de yüzülür mü?’ dercesine şaşkın bakışlarımızın önünde yüzmeye başladı.O keyifle yüzdükçe mayosu yanında olmayanlar sadece ayaklarıyla denize girdiler.

Yemekler yendi kahveler içildi ve öylece sakin sakin hiçbir taşkınlık, abartı en ufak bir gürültü bile olmadan, masmavi denizin kenarında sımsıcak güneşin ve kıyıya doğal bir melodi eşliğinde vuran dalgaların keyfini çıkardık hep birlikte.Yemeklerimizden çıkan kağıt, poşet, şişe, bardak ne varsa tek tek çöplerini yanlarına aldı herkes.Bizimkileri de poşetledik ve yanımızda taşıdık dönene kadar. Hiç kimse geride bir tek çöp bile bırakmıyordu. Ne çok ihtiyacımız var oysa tüm insanlığın doğaya, çevreye bu kadar duyarlı olmasına.Molanın bitişi haber verildi herkese. ''Hoşçakal deniz, biz gidiyoruz'' dedim sırt çantamı alırken. Eşref Hocam ''Vedalaşma, yine karşımıza çıkacak deniz'' dedi.

Yemekten sonra havanın da sıcak olmasıyla birlikte insanın ister istemez temposu yavaşlıyor. Artık ağaçlık alanlardan çıkmış kısa çalılıklar içinde yürüyorduk.Tek sıra halinde, kıyı paralelinde aşağılara doğru indik. Herbirimiz çalılardan geçtikçe, arkamizdan gelenlerin aniden yüzüne çarpmaması için itinalıyız, elimizle ittiğimiz dalı aniden bırakmıyoruz. Taşlık bölgeden geçerken ayağımızın altındaki taşların kayma ihtimaline karşı birbirimizi uyarıyoruz; ‘arkadaşlar dikkat edin.' Herkes birbirini tanımasa da arkasındakine zarar gelmemesi çabası içinde.Herkes birbirine karşı öylesine saygılı ve itinalı ki günlük hayattaki koşuşturmacalarımızda artık çoğumuzun etrafında kalmayan hassasiyetler bunlar.

Bu arada kopmalar var mı diye tek tek önden arkaya, arkadan öne yüksek sesle sayımlar yapılıyor; 55… 56… 57… Sırası gelen kaçıncı kişi olduğunu haykırıyor grup sorumlularının duyacağı şekilde. En arkadaki ‘90 ve son’ diyor.

Eşsiz deniz manzarası eşliğinde ve yakıcı bir güneşin altında Kissebükü Koyu'na geliyoruz. Tekrar yokuş yukarı yürüyerek Aşağı Mazı Köyü'nün olduğu koyu görüyoruz. Akşamüzeri kıyıya dalgalar vurmaya başlamış. Onca kilometre taşların arasında ve yokuş aşağı yürümekten artık bacaklarımız bir hayli yorulmuştu. Mazı sahilinde grup olarak hepbirlikte fotoğraf çekiliyoruz. Ardından köyün içindeki asfalt yolda bizleri bekleyen araçlarımıza binerek dönüş yoluna giriyoruz bir dahaki başka yürüyüşlerde tekrar karşılaşacağımızı bilerek…

Bu güvenli, huzurlu, keyifli ve de sorunsuz yürüyüş için teşekkürler AYYILDIZ…