Neredeyse dünyanın her yerinde -özellikle batıda- duygularımızın ve bedensel duyumlarımızın farkında olmak; ‘an’a odaklanmak konularına yönelim arttı. Oysa doğu felsefesi yüzyıllardır bunu anlatıyor. Yoga, meditasyon gibi uğraşılar insanın içe yönelmesi; yani duygularını, bedenini fark etmesi üzerine temellenmiştir. Psikoloji bilimi, bilimsellik kaygısıyla bu öğretilerden uzak durmuş, düşünce ve davranışlara daha çok odaklanmıştır. Duyguların öneminin psikoloji bilimi tarafından kabul görmesi daha çok yenidir.

Korku, öfke ve tiksinme temel duygularımız; insanlarda ve hayvanlarda ortak. Hayatta kalmamızı sağlıyor çünkü. Peki bu duygular bu kadar önemliyken neden hep bastırmak, kendimize saklamak gereği duyuyoruz? Pek çok araştırmacı ve klinisyen bu soruya benzer yanıtları veriyor.

Duygularımızı ifade etme veya etmeme şeklimiz, nesilden nesile aktarılıyor. Örneğin kızlardan hanım hanımcık olması, alttan alması, çok gülmemesi beklenirken; ağlaması normal kabul edilebiliyor. Erkeklerin ise korkması, üzülmesi anormal; öfke göstermesi normal görülüyor. Tabi çocukluktan itibaren bunlar pekişerek yetişkinlikte kişilik ve davranış kalıbı halini alıyor.

Belki de yüzyıllardır süren bu yaklaşımın ne zararı var diye sorulduğunu duyar gibiyim.

Duygularımız bizi biz yapıyor, gerçekten birey için çok önemli. Lütfen herhangi bir duygu hissettiğinizde bedeninizde neler olduğunu fark etmeye çalışın. Bedeninizde herhangi bir değişiklik hissettiğinizde de hangi duyguları yaşadığınızı anlamaya çalışın. Duygular bedende somutlaşır. Dilimize yerleşen pek çok atasözü ve deyimde, duygular ifade edilirken hep bedene başvurulur. Biraz hafızanızı zorlayın, bakalım aklınıza neler gelecek...

Kan beynime sıçradı, boğazım düğüm düğüm oldu, ayaklarım yerden kesildi, dizlerimin bağı çözüldü, yüreğim hop etti, yemeden içmeden kesildi, ağzı kulaklarına vardı, gözleri parladı, burnum pis kokular alıyor gibi cümleler hep duygu ifadesi değil mi...

Dilimiz, kültürü ve toplumsal psikolojiyi ne kadar da iyi yansıtıyor.

Yapılan pek çok araştırma, duygularla ilgili sorunların pek çok ruhsal ve fiziksel hastalığa yol açabileceğini kanıtladı. Toplum olarak hem ruhsal hem fiziksel sağlığımızı korumak için gelin duygularımızla barışalım. Duygularımızı sağlıklı şekilde ifade edelim. Örneğin eşimize, ailemize kızdığımızda bunu mutlaka dile getirelim; ama hemen değil, biraz sakinleşince ve suçlamadan. Korkularımızı paylaşalım ki o korkuların esiri olmayalım. Çocuklarımıza korkma, üzülme, kızma demek yerine; böyle hissetmen normal diyelim. Gündüz çok gülerken akşam kesin ağlayacağız diye endişelenmeyelim. Duygularımızı o an fark ederek yaşayalım.

Çünkü duygular bizi biz yapar ve bedenimizde somutlaşır.