Aydınlılar, sevgili hemşehrilerim, değerli toprakların değerli insanları, hepinize sağlıklı ve güzel günler dileyerek başladığım bu yazımda, kuralları başkaları tarafından belirlenen, uzun senelerdir iştigal ettiğim akaryakıt sektöründen ziyade güncel toplumsal yaşantımızdan bahsetmek isterim.

Bilebilirler miydi ki yüzyıllardır süregelen, toplumların kendilerine sınır çizme, büyütme ve koruma mücadelelerinin, 2000’li yıllarda yerini sanki sınırlar yokmuşçasına birbirinden ayrışamayan bir yaşam biçimi haline geleceğini? Süregelen değişimlerin doğruluğu, yanlışlığı veya geri dönüşümü tartışılır elbette. Fakat bugün bile yaşadığımız birçok olay bize göstermektedir ki, dünyanın öbür ucunda dahi yaşanılan hiç bir şeye duyarsız kalamayız. Hele ki dünyaya düzen veren bir medeniyetin devamı olarak, duyarsızlık bizlere çok uzak bir kavram.

Evrensel olarak ‘çok uzak’ dediğimiz coğrafyalardaki insanların yaşam biçimlerindeki eksikler ve yanlışlar bizlere bu kadar sirayet edebiliyorsa -ki gördük ve yaşıyoruz, günlük hayatımızda yanı başımızdaki sosyal topluluklara doğru eğitim, bilinç ve öğreti sorumluluğumuz kaçınılmazdır. Herkes hayat tecrübesi oranında öğretmendir aslında ve medeniyetlerin değişimi ve gelişimi için bildiklerini sosyal çevreye öğretmekle mükelleftir.

‘Bana ne’cilik, bencillik, uzak ve yabancı görme kültürünün yol açtığı sancılı bir dönemi yaşıyoruz tüm dünyada. Bunu yerele indirgediğimizde, günlük yaşadığımız ekonomik başarılar ve materyalist kültürün verdiği mutlulukların, yarınlarda büyük bir özveriyle yetiştirdiğimiz çocukların kaotik ve mutsuz bir toplumda ‘bana ne’ dediğimiz insan kitleleriyle beraber yaşayacağını düşünürsek, çok kısa vadeli olduğunu ve hüzünle sonuçlanacağını söylemek zor olmasa gerek.

İşte tam burada, üyesi olduğumuz (bir veya daha fazla) sivil toplum kuruluşlarının önemi daha ön plana çıkıyor. Bireysel işlerimizi iyi yapıyor veya yapmaya çalışıyor olmamız, birer başarı öyküsü değil. Zaten misyon olarak dünyaya düzen ve gelişim vermek idealini defalarca ispatlamış bir medeniyetin evlatları olarak kesin sorumluluğumuzdur.

Bir kırılma noktası daha yaşadığımız bu süreçten sonra bize düşen görev, ortak akıl ve işbirliği kültürümüzü geliştirmek, toplumun ekonomik ve sosyal faydalarını ön plana çıkararak devletimize ve gelecek nesile bırakacağımız, bilinçli ve refah düzeyi geliştirilmiş bir ülke için çalışmaktır.

Bundan sonraki, ‘yeni dünya düzeni’ olarak tanımladığımız sürecin, bürokrasi, reel sektör ve toplumun tüm öğeleri olarak, binlerce yıllık kültürel mirasın ağırlığını omuzlarımızda hissederek yaşayacağımız günler olması temennisiyle, sevgi ve saygılarımla.

Millet olmanın en önemli vasıflarından birisi, hatta ilki olan ulusal egemenliğimizin 100. yılını kutlarım.