Bundan 30-40 yıl önce, benim küçüklüğümde bayramlar bir başkaydı.

Rahmetli anneannem her arefe günü avluda yer ocağında sabahtan lokma kızartır, mahalledeki tüm komşulara kapı kapı dolaşılıp dağıtılırdı.

Lokmaları komşulara ulaştırmak biz küçüklerin işiydi. Öyle fabrikasyon glikoz şurupları, çikolata sosları yoktu. Üzerine isteyene toz şeker serpip verirdik. O lokmaları elimizde bir tabakla komşulara dağıtırken, yanındaki poşetin içinde de mutlaka bir miktar toz şeker olurdu.

Belki çoğumuz bilmez ama bir de o lokmalar dökülürken avluda bir köşede de 'günlük’ denilen tütsüler yakılır, kabukların dumanından çıkan aromatik koku tüm avluyu kaplardı. Sonra sonra o hayırların içeriği de boşaldı ne yazık ki.

Okur yazar olmayan rahmetli anneannemin ölmüşlerinin ruhları için yaptığı bu lokmalardaki hürmetler günümüzde kalmadı, daha biçimsel bir hal aldı. Arefe günleri tam bir rituelle geçerdi. Her şey ailenin ölmüşlerini anarak saygıyla hürmetle yapılırdı. Sonraları, arefe gününün anlamı AVM'lerden, mağazalardan saatlerce kuyrukta bekleyip delicesine alışveriş yapmaya evrildi.

Meşhur bayram temizlikleri vardı. Ama öyle şimdiki gibi elektrikli süpürgeler, çamaşır makineleri, bulaşık makineleri yoktu. İğneden ipliğe her şey tek tek yıkanır, elden geçerdi. Avludaki kazanlarda kaynatılan sularda ve el yapımı tahta çamaşır teknelerinde ağartılırdı çamaşırlar. Öyle kloraklar, ağartıcı çamaşır suları yoktu.

Rahmetli anneannem; becerikli, titiz kadın beyazları kazanda kaynatır, elde çitileyip bembeyaz asardı. Benim görevim de ocaktaki kazana çeşmeden bakraçlarla su taşımak, bir de ''paat paat'' diye silkeleyip astığı çamaşırlarına mandal uzatmaktı. Pencere camları sabunlu sabunsuz kaç sudan geçerdi silerken. Durulama kurulama bezleri bile ayrıydı. Yüklükteki minderler, yorganlar, yastıklar tek tek indirilir güneşte havalandırılırdı. Varsa koyun, keçi yününden minderlerin kılıfları sökülür, o yünler tek tek bilmem kaç su elde yıkanır, tek tek kurutulur, tiftilerek bir güzel kabartılır ve tekrar minderlere doldurulurdu.

Şimdi evlerde eşya, mobilya ve ıvır zıvırlar çoğaldı sanayi üretimi kimyasal temizlik maddeleri de. Belki de o yıllarda bunca hastalığın olmamasının bir nedeni de bu doğal temizlikti kim bilir?

Ah hele bir de evlerin bahçelerinde halı, battaniye, kilim yıkamalarımız vardı ki evlere şenlik. Biz küçüklere yaz günlerinde cıp cıp o suların içinde oynamak tam bir eğlence idi. Evlerin kadınlarının tek derdi kilimleri, battaniyeleri foş foş yıkamak olsa da… Öyle şimdiki gibi, ‘at içine yıkansın’ diyebileceğiniz 10 kiloluk büyük boy dijital çamaşır makineleri yoktu. Modern insanın apartmanlara sıkışıp kalmasıyla ortaya çıkan halı yıkamacılar da yoktu. Elimizde hortumlarla yerdeki halıları kilimleri ıslatır, yalınayak battaniyeleri leğenlerde çiğneye çiğneye yıkardık. Bitince de at bahçe duvarlarının üstüne, her yer günlük güneşlik, iki günde kururdu. İşte bizler bayram sabahı kirden arınmış evlerde tertemiz ruhlarımızla misler gibi sabun kokularının içinde uyanır, o pırıl pırıl evlerde bayramlaşırdık.

O yıllarda bayramların bir anlamı vardı. Bayram sevinç demekti, heyecan demekti, kavuşmak demekti. Sonra sonra bayramların bu yönü unutturuldu bizlere. Bayram demek 9 gün tatil demek, deniz manzaralı 5 yıldızlı otellerden günler öncesinden rezervazyon demek oldu. AVM'lerden pahalı markaların kıyafet alışverişi demek oldu. Bayramın eş-dostla, akrabalarla, aileyle, aile büyükleriyle olan kısmını unuttuk. 

Çocukluğumdan arefe günlerinden en unutamadığım da; daha 23 yaşında kaybettiği evladı için ölene kadar gece gündüz senelerce gözyaşı döken rahmetli anneannem, sabahleyin erkenden bahçesinden topladığı rengarenk çiçeklerden bir demet yapar, kırmızı pembe beyaz her renkten gül ve sardunyadan oluşan tüm çiçeklerle dayımları ve beni mezarlığa uğurlar ‘’selamımı söyleyin’’ derdi. Kadınlar mezarlığa gitmezdi, bir tek erkekler gidebilirdi. Evin en küçüğü ben olduğum için bir de bana serbestti mezarlığa gitmek. İşte daha o yaşlarda öğrendim ölülerimize saygıyı, bayramlarda sanki aramızdalarmış gibi yadetmeyi. Sevdiklerini apansızın ve beklenmedik bir şekilde kaybeden her evde olduğu gibi bizde de buruk ve hüzünlü geçerdi bayramlar. Ailemizin en büyüğü rahmetli dedemin mezarı başında oğulları dualarını eder gelirdi. Her arefe ''mersin'' dediğimiz yemyeşil mezarlık çiçekleri kucağımızda mezarlığa giderdik mutlaka. Hayatta olmayan aile fertlerini de ziyeret ederdik bayramlarda. O yıllarda aile bağları gerçekten bambaşkaydı.